Herkesin merak ettiği o soru! "Niçin buradayız?"
Bir zamanlar hiç bir şey yolunda gitmiyorken ve hayat gerçekten çok zor geliyorken bir de bunları düşünüyordum. 2000'li yılların ilk on - onbeş yılı bu zorluk ve direnç hissi ile geçerken zorluklar adeta var olma hissimi silmişti. Var olduğunu hissetmeyince yok olmayı istemene gerek kalmıyor orası iyi de var olmak neden icab etsindi ki? Gayet, yok olma hissi ile bile yaşanıyordu. Bu hissin içerisinde uyuşmuştum. Nefes alıp vermek suni bir işlem gibi geliyordu. Ruhum zorla bu fizik bedenin içine hapsolmuştu sanki. İlüzyonu yırtacak bir tek düşünceye ihtiyacım vardı.
Düşündüm ki insan, neden var olduğunu bilmiyorsa bir sebep bulmalı. O nedeni kendi yaratmalı. Mesela; ya ben bu dünyaya gelip sadece tatil yapmak istemiş bir ruh olsam nasıl bir hayatım olurdu. Çünkü dünyaya baktığımda bir tatil beldesi görüyordum. Her yeri ayrı güzeldi. (insanların kirletip betona çevirdiği yerler hariç...) İşsizdim de, hayat tatil gibiydi. Bu tatil algısıyla yaşayabilir miydim? Zorlayan hislerden biri de buydu. Çalışmayı seviyordum. Yani öyle tatilmişçesine yaşama fikri sarmadı. Atladım.
Her şey düşünce ve hislerimle hareket ediyordu. Bütün gerçeklik! Düşünüyorum oluyor, sezgiliyorum oluyor, olmasını reddettiklerimi engelliyordum. İnsanları bile anlarken enerji titreşimlerini algılıyordum. Anlamak bende kelimelerle başlamıyordu. Düşüncelerde başlıyordu, hislerde başlıyordu ama insanların bu gerçeklerini kapatmak için konuştuklarını duyuyordum. Kimi kandırıyorlardı? Her şey enerjiydi aslında. Gerçeklik adeta bir soyut - somut dengesi idi, yada soyuttan yansıyan enerjiler gerçeği yaratıyordu bana göre. İşte bunun içinde yaşarken beni sıkan bir şey vardı. Onu bulmalıydım, neydi o? Beni böylesine boğan ve eve kilitleyen neydi. Eğer cevabı bulursam çözümü bulurdum. Çözüm her zaman sorunun zıttında bir yerlerde olur. Kutuplaşma mekanizması olan gerçek zıtlıklar arasındaki sicimlerle birbirine bağlıydı. Ben sicimleri iyi takip ederdim. İnsanların konuşma aralarında aldıkları nefesten bile gerçekliklerini kavrayabiliyorken kendimi çözmem an meselesiydi. Biraz daha dikkatli bakmalıydım gerçeğime. Ya uzaktan ya da yakından bakmalıydım ama sonunda bulmalıydım ve buldum da. Beni sıkan şey hata yapma korkusuydu. Nereden öğrenmiştim bunu diye düşündüm bir an. Gözlerimin önündeki monitörde, hayal boyutunda gördüklerim arasında annem, babam, ilkokul öretmenlerim ve toplumlar vardı. Korku benim değildi ama bulaşıcı bir hissin taşıyıcısıydım işte. Korkuyu atmanın bir yolunu da bulurdum herhalde. Buraya kadar gelmişken burada vaz geçecek değildim.
Gerçeklik ya da hayatların - kaderin hatta zihnimizdeki düşüncelerin bir algoritması vardı. Bu algoritma ise sen ve Tanrı arasındaki bir kripto enigma gibiydi. Yani bir tür iki uçlu şifreleme sistemi. Sadece sen ve o biliyor. Oysa o senin özünse sen yoksun demek değil bu. Sen bedeninle onu ara ara hissedersin demek çünkü o hissedilmesi için hislerin daha yüksek dozda ya da beden kimyasalları ile algılanması mümkün bir realite tasarlattı. O zaman aradığım cevap yakındı. Tabi ya şimdi de korkunun zıt yönüne gitmeliydim. Bende korkunun zıttında eğlence vardı. Bu işe yarardı. Tüm o korktuğun realite enstrumanlarını bir bir eğlence hissi ile aşabilirdim belki. Hemen oturup bir hayal kurmalıydım. Ya hayat bir ENERJİ OYUNU olsa ben nasıl hissederdim?
Hayalimi kurdum ve gördüğüm, benim açımdan her anlamda müthişti. Korku yokken, sadece merak vardı, sadece bilgi, öğrenmek, eğlence ve her halükarda kazanmak. Ya ruhun kazanırdı ya bedenin "ya da E) HEPSİ" dedi. Kimdi o ses şimdi? İçsel ama kudretli tınladı kulaklarımda. Ona yüksek benliğim derdim ama sürekli mi beni gözlemliyordu? Bütün bunları bana o veriyorsa şimdiye dek neden vermemişti?
Tekrar sorularım başladı zihnimde ama bu defa hislerim yorgunluk ve zorlanma değildi. Artık merak ettiğim her şeyi bulacağımı biliyordum. Zaten mesele neyi bulup bulamayacağın değildi. Mesele neyi mesele yaptığındı...
Comentários